Halihazırda ülkemiz de dahil olmak üzere tüm dünyayı kasıp kavuran korona virüs salgını, birkaç ay öncesine göre nispeten azalma eğilimi göstermeye başladı. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ)’ nün önderliğinde, tüm ülkelerin sağlık bakanlıkları Covid 19 viral enfeksiyonu ile çok ciddi ve kararlı bir biçimde savaşmaya, önlemler almaya çalışmaktadır.
Damlacık enfeksiyonu şeklinde ve insandan insana yakın mesafeli ilişkilerle bulaşan bu virüs, mikrop adını verdiğimiz bakterilerden çok farklı olarak hücre içine yerleşip,hücrenin tüm yönetimini ele geçirerek, kendi DNA’larını çoğaltır ve sürekli olarak da, gen yapısını değiştirerek mutasyon dediğimiz genetik değişikliğe uğrar. Eğer bu mutasyon kötü yönde gerçekleşirse, bizim açımızdan çok kötü olur. İyi yönde gelişirse, bizim açımızdan çok iyi olur ve zaman içinde sönümlenerek kendi kendini yok eder. Burada bizlere düşen görev, konunun uzmanı hekimlerin ve söz sahibi kurum ve kuruluşların öneri-tedbir durumlarına harfiyen uymaktır. Ellerimizi mutlaka temiz tutmalıyız, dışarı çıkmak zorunda kaldığımızda burun sırtından alt çeneye kadar sıkı bir şekilde kapatan cerrahi maskeyi takmalıyız. Kişilerle kesinlikle yakın temasta olmamalıyız, sosyal mesafeyi korumalıyız. DSÖ’nün önerdiği bu mesafe 2 metredir. Ancak son dönemde Çinli uzmanlar bu mesafenin en az 4 m. olması gerektiğini söylemektedir.
Peki en köklü korunma nedir?..En köklü korunma önlemleri olarak; kendimizi evimize hapsetmek ve mümkün olduğunca dışarıya çıkmamak, dışarıya çıkmak zorunda kaldığımızda da mutlaka cerrahi maske takmak ve ellerimizi sabunlu suyla yıkayarak temiz tutmak yada dezenfektan sıvılarla dezenfekte etmek şeklinde sayabiliriz. İleri düzeyde salgınların yaşandığı ve çok sayıda can kayıplarının yaşandığı ülkelerde, ikişer haftalık kesintisiz sokağa çıkma yasakları uygulanmaktadır. Bu yasaklar kesinlikle, tıbbi olarak konulması ve uyulması gereken yasaklar olmakla birlikte; ister istemez kişilerin ruhunda travmaları, endişeleri, kaygıları ve ruhsal bunaltıları da davet etmekte. Bunlara bir de ayrıca, tüm dünyada ve ülkemizde normal yaşama ne zaman geçilebileceğinin belirsizliği de eklenince, olay daha karmaşık hale gelmekte.
İnsanın ruhsal doğasında güvende olmak, huzurlu olmak duyguları vardır. Eğer insanlar, bu duyguları yaşama olasılığında azalma hissederse; korku, anksiyete adını verdiğimiz kaygı bozuklukları, ruhsal stres, panik atak yada depresyon gibi duygudurum bozuklukları ortaya çıkmaya başlar. Duygu-durumumuzu yöneten çok sayıda beyin kimyasallarımız vardır. Bunlardan en önemli olanları; dopamin, serotonin, noradrenalin ve endorfin’dir. Bu nörokimyasalların üretimlerinde yada salgılanmalarında herhangi bir düzensizlik, eksiklik olursa; az önce sözünü ettiğimiz korku (özellikle de virüse her an yakalanıp hasta olma korkusu), kaygı bozukluğu, panik atak, depresyon yada stres durumları ortaya çıkar.
Tüm bu ruhsal duygulanım bozuklukları, ilaçsız ve yan etkisiz bir şekilde akupunktur ile tedavi edilebilir. En az 10 seanslık bir tedavi, haftada iki kez olacak şekilde planlanır. Ayrıca bu tedaviye ek olarak da, salgısını düzelteceğimiz beyin kimyasalının öncül maddesi olan amino-asitleri içeren besinlerin de hasta tarafından tüketilmesini isteriz. Bunlar, salgısını arttıracağımız beyin kimyasallarının ham maddeleri olduğu için, üretim hem niteliksel, hem de niceliksel olarak çok verimli artacaktır. Bu ham maddelerin en önemlileri de; triptofan ile fenil alanin aminoasidleridir. Bunlar, vücudun üretemediği ve bu nedenle dışardan besinlerle alınması gereken aminoasidlerdir (esansiyel aminoasid).
Ülkemizin ve tüm dünya uluslarının en az zararla bu acımasız virüs enfeksiyonundan bir an önce kurtulmasını diliyorum.