Tırnak Batması - Doktor Makaleleri
Bize ile Bağlan
All On Four İmplant Tedavisi

Dermatolog

Tırnak Batması

Yayınlanan

üzerinde

Tırnak batması (unguis incarnatus) tırnak kenarında eritem, ödem ve ağrı gelişmesiyle karakterize bir tablodur. Sık görülen tırnak sorunlarından biri olmasına karşın etyolojisi halen tartışmalıdır. Genellikle ayak birinci tırnak çevresinde gelişmekte, çocularda, adölesanlarda, hamilelerde sıklıkla karşılaşılmaktadır. Tırnak batmasının son yıllarda tanımlanan yeni bir formu olan retronişiyada ise tırnak uzaması duraklamakta, eritem, ödem ve ağrı proksimal tırnak kıvrımında lokalize olmaktadır .

Tırnak batmasının paronişi ile karıştığı durumlar olabilmektedir. Ancak paronişide hem proksimal hem de lateral tırnak kıvrımlarında yaygın bir eritem mevcutken tırnak batmasında bu durum genellikle tek bölgede lokalizedir.

TİPLERİ

Tırnak batmasının değişik tipleri arasında;

Neonatal,

İnfantil,

Adölesan,

Erişkin,

Retronişi,

Kerpeten tırnak formasyonu bulunmaktadır.

Bunlardan kerpeten tırnak tablosunun son yıllarda tırnak batması dışında, kendi risk faktörleri ile ayrı bir klinik antite olduğunu düşünenler de bulunmaktadır. Ancak bizim burada yaptığımız gibi aynı başlık altında toplayanlar da mevcuttur.

PATOFİZYOLOJİ

Tırnak batması genellikle lateral tırnak kıvrımında, tırnağın yarattığı bir iritasyon ve yabancı cisim reaksiyonunu takiben gelişen bir klinik tablodur. Burada tırnak kenarında gelişen bir kırık çoğunlukla mevcuttur. Tırnak kenarlarında lateral kıvrımlarda hipertrofi bulunması da bir risk faktörüdür. 

ETYOLOJİ

Tırnak kesimi; Tırnağın çok kısa ya da bir kenarının asimetrik kesilmesi, koparılması tırnak kenarında kama gibi bir çıkıntılı uç gelişmesine neden olabilmektedir.

Ayakkabı seçimi; Ayağı yanlardan sıkıştırarak tırnak ile kenarının fazla sıkışık bir ortamda bulunması tırnak kenarında iritasyonu kolaylaştırabilmektedir.

Tırnak körvünün normalden fazla olması: Kerpeten tırnak gibi tırnak körvünün fazla olduğu durumlar tırnak kenarı ve altındaki cildin tahrişini kolaylaştırabilmektedir.

Obesite; Lateral kıvrımların tombul bir durumda olması tahrişi kolaylaştırmaktadır.

Aşırı terleme; Bu genetik bir özellik olabileceği gibi uzun süre ayağı kapalı ayakkabılar içinde bulunanlarda da görülmekte, genellikle ödemli aşırı terleyen dokular iritasyon ve batmaya yatkınlık göstermektedir.

İlaçlar: HIV için antiviral tedaviler, siklosporin, oral antifungaller, retinoidler gibi bazı ilaçların tırnak

batması riskini arttırdığı gösterilmştir.

Eklem hipermobilitesi; Eklem hipermobilitesi olanlarda yürüme mekaniği değişerek birinci parmağa binen yükü arttırarak tırnak batmasını kolaylaştırabilmektedir.

Onkomikoz; tırnak kırılganlığını arttırarak tırnak kenarında kama uç gelişimini kolaylaştırabilmektedir.

Halluks interfalangeal eklem açısı: Bu açının 14.5 dereceden büyük olmasının tırnak batmasını kolaylaştırdığı gösterilmiştir.

Diabet: Diabetik bireylerde olmayanlara göre tırnak batması sıklığı yüksektir, bu durumun mikrovasküler yapılardaki değişikliğe bağlı gelişebildiği düşünülmektedir.

EPİDEMİYOLOJİ

Amerika Birleşik Devletleri’nde tırnak batması en sık görülen tırnak rahatsızlığıdır.  İngiltere’de her yıl 10000 yeni olgu tanımlanmaktadır.

Kore’de yapılan bir çalışmada tırnak batması insidansının 100 000 de 307 kişi olduğu ve artan bir trend gösterdiği saptanmıştır.

Tırnak batması erkeklerde kadınlara göre 3 kat daha sık görülürken, retronişiya kadınlarda daha sık tanımlanmıştır.

FİZİK MUAYENE BULGULARI

Tırnak çevresinde eritem ve ödem belirgindir. Bununla beraber tırnak batması klinik bulgular bakımından 3 evrede incelenmektedir.

Evre 1: Hafif eritem, ödem ve palpasyonla saptanan ağrı

Evre 2: Belirgin eritem, ödem, pürülan akıntı

Evre 3: Eritem, ödem yanında granulasyon dokusu formasyonu 

Sulantı buna bağlı kurut gelişimi genellikle evre 3 tırnak batmasının bulgularıdır.

KOMPLİKASYON

Tırnak batmasında sekonder enfeksiyon gelişimine dikkat etmek gereklidir. Sekonder enfeksiyonda paronişi gelişmi bizi uyarmalıdır. Yalnız tırnağın iritasyon yaptığı bölgeye lokalize olmayan, yaygın ve canlı kırmızı eritem, ödem, ağrı bize antibiyotik kullanımı ihtiyacını gösterir. Bu durum tedavi edilmezse enfeksiyon ilerleyerek selülit, ve osteomiyelit gelişimine kadar ilerleyeblir. 

Öte yandan granulasyon dokusu yoğunlukla vasküler yapılardan oluşmakta ve bu nedenle antibiyotik tedavisinden genellikle tam fayda görmemektedir.

LABORATUAR BULGULARI

Genellikle tırnak batmasında laboratuar tetkikleri gerekli değildir. Bununla beraber sellülit, steomyelit gibi ciddi enfeksiyon gelişiminden şüphelenilirse Beyaz küre, sedimentasyon hızı, c reaktif protein ve kemik grafileri istenebilir.

TEDAVİ

Genel önlemler: Ayağı sıkmayan, rahat, geniş, ağrıyı tetiklemeyen ayakkabı ve/veya terlik kullanılması,

Sekonder enfeksiyonu önlemek amacıyla sabunlu su ile ayak banyosu ve sonrasında topikal antibiyotik kullanımı, 

Bu önlemler iritasyon ortadan kalkana kadar hastanın stabil kalmasını ve komplikasyon gelişiminin önlenmesini amaçlamaktadır.

Bunun dışında tırnak batmasının kalıcı tedavisinde pek çok yöntemin değişik pratiklerde uygulandığını görmekteyiz.

Son yıllara kadar genel pratik evre 1 tırnak batmalarında konservatif tedavi kullanımını diğer evrelerde ise cerrahi uygulamaları içermekteydi. Bununla beraber her evrede pek çok hastanın tırnak çekimi korkusuyla hekime başvurmaktan kaçınması ve diğer evrelerde de etkili olduğu bildirilen konservatif yöntemlerin artmasıyla bu durum halen tartışmalı bir duruma gelmiştir.

Konservatif tedaviler arasında en yaygınlardan biri tırnak altına pamuk ya da benzeri malzemenin yerleştirilerek tırnak ile iritasyon yarattığı dokunun temasının kesilmesidir.

Aynı amaçla yapılan bantlama tekniğinde de granulasyon dokusu bir yöne doğru bant yardımıyla çekilirken, tırnak da diğer yöne doğru çekilir ve bu iki dokunun birbiriyle teması durdurulmaya çalışılır.

Gutter yöntemi olarak bilinen bir başka tekniğe göre silikondan yapılmış intravenöz infüzyon hortumu ortadan kesilerek lokal anestezi altında tırnak altına yerleştirilir. Bu şekilde hem tırnak ile yatağının ilişkisi kesilir, hem de lateral kıvrımda lokalize granulasyon dokusu üzerine baskı yaratarak bu dokunun gerilemesi sağlanır.

Görüldüğü gibi konservatif teknikler yalnız evre 1 tırnak batmasında kulanılmamaktadır ve hastaların isteğinin bu yönde olması nedeniyle gelecek senelerde daha da artış göstermesi beklenmektedir. 

Bunlar dışında kullanılan bazı başka yöntemler arasında bizim de kullandığımız tırnak teli uygulamaları görülmektedir. Bu tedavilerde amaç tırnağın gömük olduğu bölgeden temasının kaldırılması ve bu bölgede gelişmiş olan inflamasyon bulgularının gerilemesi için zaman yaratılmasıdır.  

Öteyandan özellikle kerpeten tırnak olgularında uygulanan konservatif yöntemlerin nüksü önlememesi, hastaların bir süre sonra aynı rahatsızlıkla karşılaşmaları en sık ortaya atılan eleştiridir.

Bu noktada yapılmış bir çalışma kerpeten tırnak geliştiren mekanizmanın düzeltilmesi durumunda sonuçların kalıcı olabileceğini destekler niteliktedir. Bu çalışmada kerpeten tırnaklı hastalara asıl risk faktörü olan tırnak kalınlaşmasını geri döndürecek şekilde her gün tırnak üzerinden tırnak törpülemeleri istenmiş ve başka hiçbir tedavi, uygulama yapılmamıştır. Sonuçta zamanla incelen tırnağın körvünün açık ve geniş kalmaya devam ettiği görülmüştür. Bu bizim uygulama pratiğimizde de sıklıkla gördüğümüz bir sonuçtur. Ancak biz uygulamamızda tırnağı gerçekte kalınlaşmaya başladığı bölgeden yani tırnak altından incelmesini amaçlamakta ve uygulamayı tırnak iç kısmına fırça yardımı ile yaptırmaktayız. 

Sonuç olarak tırnak kenarında oluşan kırık bir uç ya da zamanla tırnağın kalınlaşarak körvünün bozulması tırnak batmasından sorumlu önemli mekanizmalar olarak görünmektedir. Tedavinin bu risk faktörlerini düzelterek tırnağa eski şeklini vermeyi amaçlaması kalıcı konservatif sonuçlara yol açacaktır.

Okumaya Devam
Reklam
Yorum İçin Tıklayın

Yorum Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Dermatolog

Deri Yaşlanmasında Ağızdan Takviyeler

Hastaların deri yaşlanma riskleri azaltması için otuzlu yaşların başında önleyici stratejilere başlaması gerekir. Deri yaşlanma riski olan …

Yayınlanan

üzerinde

Tarafından

Hastaların deri yaşlanma riskleri azaltması için otuzlu yaşların başında önleyici stratejilere başlaması gerekir. Deri yaşlanma riski olan hastaların önceden tespiti ve erken dönemde etkili karşı önlem uygulaması önemlidir. Tüm gıdaların içeriği olan fonksiyonel gıdalar ve «nutrasötikler» sağlık üzerinde tıbbi etkilere sahiptir. Uluslararası analizlere göre tüm Dünya üzerinde erişkinlerin %70 kadarı vitamin, mineral veya gıda takviyesi kullanmaktadır. Anti-aging gıda takviyeleri üzerine ilgi yoğunlaşmış olup, anti-oksidan oral takviyeler en popüler grubunu oluşturur. Bunlar;

1. Botanik karotenoidler veya polifenoller

2. İzoflavonlar

3. Vitaminler

4. Ko-enzim Q10

5. Fitoöstrojenler

6. Probiyotikler

7. Omega-3 yağ asitleri

8. Kollajen peptitler ve hyaluronik asit

β-karoten: Bitkisel karotenoidler, provitamin A (retinol) aktivitesiyle güneş yanığı azaltma tedavisinde kullanılır. FDA maksimum 300 mg/gün dozda alımını önermekte iken, bu takviye yüz kırışıklıkları ve deri elastisitesini düzeltip, tip fotoyaşlanma karşıtı etki gösterir.

Astaksantin ksantofil karotenoid olup, deniz canlılarında bulunur ve karides-ıstakozun kırmızı renginden sorumludur. Güçlü anti-inflamatuvar etkide bulunup, yüz elastisitesi ve deri bariyer bütünlüğünü düzeltebilir.

Doğal polifenol veya flavonoidler, sadece bitkisel pigment olmayıp, güçlü anti-oksidanlardandır.

Resveratrol: Küçük bir polifenol bileşiği olarak üzüm kabuğu, kuruyemişler, meyveler ve kırmızı şarapta bulunur. Anti-inflamatuvar etkiyle anti-kanser özelliklere sahiptir. Kötü emilimi olup, 5 gram/gün’ e kadar kullanımı güvenlidir. Bağışıklık yanıtı güçlendirip, kanser karşıtı güç sağlar.

Çay Polifenolleri: Deri bariyer fonksiyonu artışı, güneşle-ilişkili deri hasarını azalttığı görülmüştür.

Soya izoflavonları; İyi bilinen anti-aging ajan olarak, östrojene benzer kimyasal yapı gösterir. Güneş ışınına karşı daha az kırışıklık ve artmış kollajen üretimine yol açıp, kollajen parçalanmasını önler. İnsanlarda 12 hafta izoflavon aglikon takviyesi yüzdeki ince kırışıklıkları azaltabilir.

Klorofil ekstresi takviyesi yüz kırışıklıkları ve elastisitesini düzeltir. Antioksidan özellikleriyle kırışıklık ve DNA hasarını önler.

Aloe vera: Zambak ailesine ait bu tropikal kaktüsün pulpasının iltihap karşıtı, yara iyileştirici, nemlendirici, anti-bakteriyel, anti-fungal ve antiviral özellikleri vardır. Diyeter aloe vera jel takviyesi (düşük doz, 1,200 mg/g; yüksek doz, 3,600 mg/g) yüz kırışıklık ve elastisitesinde düzelme sağlayabilir. İçerdiği polisakkaritler bağışıklık-uyarıcı özelliktedir. İçerdiği asetile glukomannan, asemannan, biyolojik olarak aktif, baskın polisakkarit olarak, kollajen biyosentezini arttırır.

Vitamin C (askorbik asit), major suda eriyen endojen antioksidan olup; hücre zarlarındaki vitamin E’ yi rejenere eder ve kollajen sentezi için esastır. Günlük 500 mg-6 gr dozlarda kan basıncı düşürücü, enfeksiyon dönemini azaltıcı özellik gösterir.

Vitamin E (α-tokoferol), lipitte-eriyen anti-oksidan olarak hücre zarlarında ve dolaşımdaki lipoproteinlerde bulunur. İmmun fonksiyonları güçlendirip, yaşlılarda infeksiyon oranlarını düşürür. Sistemik güneş-koruyucu etkisi için, 800 mg/güne kadar zararsız olarak kullanılabilir.

Panax ginsengkökleri binlerce yıldır Uzak Doğu tıbbında genel tonik olarak kullanılmaktadır. Kırmızı ginseng, buğulama ve açık havada kurutma yoluyla hazırlanır ve soyulan ve kurutulan beyaz ginsengden daha fazla biyolojik aktiftir. Kırmızı ginseng anti-oksidan, bağışıklık uyarıcı ve anti-aging aktivitede olup, yüz kırışıklıklarında azalma ile kollajen artışı sağlar.

Skualen, poliansatüre alifatik hidrokarbon olarak, köpekbalığı karaciğeri yağında boldur. 27 gr/g (yüksek doz) oral skualen takviyesi yüz kırışıklıklarını ve güneş-ilişkili hasarı azaltabilir.

Bal arısı sütü lipit içerikleri, başlıca orta-zincirli alifatik yağ asiti olup, kollajen üretimini arttırıcı etki göstermektedir. 10-hidroksi-2-dekenoik asit, bal arısı sütünün karakteristik içeriği olarak kollajen sentezini uyarır.

Eikozapentaenoik asit (EPA) ve diğer omega-3 yağ asitlerinin 4-10 gr/g tüketimi, güneş-ilişkili deri hasarına karşı koruma sağlar.

Oral hidrolize kollajen peptit takviyesi (2.5 gr/g ve 5.0 gr/g 8 hafta), deri elastisitesini arttırıp, nemlendirme sağlar.

Proteoglikanlar: Kompleks makromolekül ailesi olarak, çekirdek protein ve kovalan bağlı glikozaminoglikan içerirler. Güneş-ilişkili deri yaşlanmasını, kızarıklık ve su kaybını azaltarak önler.

Deri yaşlanmasında oral takviyelerden karotenoidler, polifenoller, klorofil, aloe vera, vitamin C ve E, kırmızı ginseng, skualen, ve omega-3 yağ asitleri önerilmektedir. Kollajen peptitler ve proteoglikanlar yeni deri inşa etmeyi sağlayabilir. Doktorların topikal güneş koruyucu krem ve retinoidlerle birlikte gıda takviyesini verirken hastayı deri yaşlanması konusunda eğitmeleri de gerekir. Günlük SPF 15 ve üstü güneş koruyucu krem, gece topikal retinoid ve oral veya yerel antioksidanlar yaşlanmayı önlemede minimum gereken ihtiyaçlardır. Bunları temizleyici, nemlendirici ve hidroksi asitler, büyüme faktörleri, heparan sülfat ve defensin gibi ürünlerle kombine etmek, hastanın deri tipi, kuruluk, iltihap durumu ve melanosit aktivitesine göre karar vermek gereklidir.

Okumaya Devam

Dermatolog

Gül Hastalığı ve Maske Kullanımı

Gül hastalığı olarak bilinen ve ileri safhalarında özellikle erkeklerde burun büyümesine neden olan Rozasea hastalığının maske kullanımı …

Yayınlanan

üzerinde

Tarafından

Gül hastalığı olarak bilinen ve ileri safhalarında özellikle erkeklerde burun büyümesine neden olan Rozasea hastalığının maske kullanımı nedeniyle artış gösterdiğine dikkat çeken Dermatoloji Uzmanı Dr. Armin Müştak, “Maske altında cilt ısısı artıyor ve nemli ortam etkisiyle damarlar genişliyor. Havasız kalan yüz bölgesinde artan parazit ve bakteriler, lezyonların çoğalmasını sağlayarak, hastalığın tetiklenmesine neden oluyor” dedi.

Kronik bir cilt rahatsızlığı olan ve stres ile çevre koşullarıyla tetiklenen Gül hastalığı (Rozasea), pandemi sürecinde artış göstermeye başladı. Yüzde kızarıklık, ateş basmaları, sivilce benzeri kabarıklıklar, iltihaplı kabarcıklar ve yüzeysel damar genişlemesiyle kendini gösteren gül hastalığının özellikle maske kullanımıyla tetiklendiğini dile getiren Dermatoloji Uzmanı Dr. Armin Müştak, “Gül hastalığı, sıcaktan çok fazla etkilenen bir hastalıktır. Maske, cildin ısısının artmasına ve nemli ortamın etkisiyle damarların genişlemesine neden oluyor. Bu durum aynı zamanda yüz bölgesinde parazitlerin ve bakterilerin artarak, lezyonların çoğalmasını tetikliyor. Bu nedenle son bir yıldır bu cilt rahatsızlığıyla oldukça sık karşılaşmaya başladık” diye konuştu.

Stres atakları tetikliyor
Kırmızı yüz görünümüyle estetik açıdan da insanlara rahatsızlık veren gül hastalığının açık tenli kişilerde daha sık görüldüğüne dikkat çeken Dr. Armin Müştak, şunları söyledi:
“Gül hastalığı, 30’lu yaşlarda ortaya çıkmaya başlar. Daha çok kadınlarda görülüyor ancak erkeklerde daha şiddetli seyir ediyor. İlerleyen bir hastalıktır ve kalıcı lekeye neden olur. Mevsim geçişlerinde görülme sıklığı artan Rozasea, aşırı egzersiz, sıcak çay, kahve, çikolata, acı ve baharatlı gıdalar, alkol tüketilmesi, ani sıcak soğuk hava değişimleri, güneş ışığı ve bazı kozmetikler ürünler ile tetiklenebiliyor. Ataklarla seyir eden bu hastalığın en büyük tetikleyicisi ise stres.”

Erkeklerde burun büyümesine neden oluyor
Gül hastalığının ileri safhalarında özellikle erkeklerde burun büyümesine yol açabileceğine dikkat çeken Dr. Müştak, “Kılcal damar artışı ile birlikte zamanla yağ bezlerinde çoğalma görülür. Burun derisi altındaki yağ bezlerinin genişlemesi ise burunda kızarma ve büyümenin ortaya çıkmasına neden olur. Bu durumda cerrahi müdahale veya lazerle tedavisi uygulanması gerektirir. Tedaviye başlanmaz ise durum kalıcı hale gelir” uyarısında bulundu.

Ömür boyu süren hastalık
Rozasea hastalığının kronik bir hastalık olduğunu ve tam bir tedavisinin bulunmadığını dile getiren Dr. Armin Müştak, atakları azaltabilmek için korunma yolları hakkında şu bilgileri verdi:

“Gül hastalığının tamamen iyileşmesi zordur ancak belli tedaviler ve alınacak önlemlerle kontrol altında tutulabilir. Öncelikle sıcak suyla yapılan banyolardan, hamam ve saunalardan uzak durulmalıdır. Hastalığı tetikleyen en önemli faktörlerden birisi de güneştir. Günde 2-4 saat aralıklarla dermatoloğunuz tarafından önerilen uygun bir koruyucu kullanmalısınız. Acı, baharat, alkol, sıcak çay ve kahvenin aşırı tüketimini kısıtlayın. Terlemekten kaçının ve cildinize alkol ve mentol içeren tonikler kullanmayın. Gül hastalığı, tedavi edilmezse psikolojik rahatsızlıkların yanı sıra yüz gibi çok göz önünde olan bir bölgede kalıcı izlere de yol açabilmektedir. Bu nedenle hastalığın tedavisi ihmal edilmemelidir.”

Okumaya Devam

Acil Tıp Doktoru

Bronşektazi

Bronşektazi nedir? Bronşun kalıcı genişlemesine bronşektazi denir. Bronşektazilerde genellikle bronş duvarı harabiyeti de vardır …

Yayınlanan

üzerinde

Tarafından

Bronşektazi nedir?

Bronşun kalıcı genişlemesine bronşektazi denir. Bronşektazilerde genellikle bronş duvarı harabiyeti de vardır. Bronşektazinin silindirik, kistik, varikoz gibi tipleri vardır.

Bronşektazinin nedeni nedir?

Bronşektazi daha çok çocukluk çağında geçirilen (ağır) akciğer enfeksiyonları sonrasında ortaya çıkar. Kistik fibrozis denilen akciğerlerde tekrarlayan enfeksiyonlar neticesinde oluşan bronşektazilerle karakterize olan hastalık genetik bir bozukluk sonucu ortaya çıkar. Akciğerlerdeki seyri kistik fibrozis dışı bronşektazileden farklı seyrettiğinden ve kistik fibrozis yalnızca akciğerleri etkilemeyip, karaciğer pankreas, over gibi organları etkileyebildiğinden bronşektazi başlığı altında değil ayrıca değerlendirilmesi gereken bir hastalıktır. Bronşektazi tek başına bir hastalık olmaktan daha çok akciğerlerde ortaya çıkan ağır ya da tekrarlayan enfeksiyonların bir sonucudur. Bu durumun istisnası konjenital bronşektaziler sayılabilir. Konjenital bronşektazilerde bronş duvarında kıkırdak gelişimi sorunları olabilmektedir.

Bronşektazinin semptomları nelerdir?

En sık görülen semptomu balgam ve öksürüktür, bazen kanlı balgam (hemoptizi) da olabilir. Bronşektazisi görece yaygın olan hastalar özellikle kış mevsiminde enfeksiyonlardan dolayı fazla miktarda balgam çıkarabilirler. Bronşektazinin yeri ve yaygınlığı çok önemlidir. Lokalize bronşektaziler karinanın alt tarafındaysalar sekresyonlardan dolayı sık sık enfekte olabilirler. Üst loblarda olan bronşektaziler daha çok akciğer tüberkülozu sekeli olarak değerlendirilebilirler. Genelikle enfekte olmazlar. Pulmoner sekestrasyon denilen anomalilerde de bronşektaziler gözlenebilir. Bu hastalarda masif yani ağır hemoptiziler olabilir ve bu durum bazen ölümle sonuçlanabilir. Yaygın bronşektazi varsa kistik fibrozis, immün yetmezlik, diffüz panbronşiyolit gibi hastalıklar araştırılmalıdır.

Bronşektazi tanısı nasıl konulur?

Bronşektazi ileri düzeyde ya da yaygın değilse genellikle akciğer grafisinde görülmez. Oskültasyonda orta raller duyulabilir. Dinleme bulgusunun olması bronşektaziden kuşkulandırır.

Bronşektazi tanısı eskiden bronkografi ile konulurken günümüzde seçkin tanı yöntemi toraks HRCT’dir (yüksek çözünürlüklü bilgisayarlı tomografi).

Bronşektazinin tedavisi var mıdır?

Bronşektaziyi düzelten yaninormal bronş haline getiren bir tedavi yoktur. Öksürük, balgam, nefes darlığı gibi belirtileri olan bronşektazili hastalar öncelikle ilaç tedavisi (antibiyotik, mukolitik, ekspektoran, inhaler ilaçlar gibi) ile tedavi edilirler. İlaç tedavisi ile klinik iyileşme sağlanabilir ancak bronşektazi düzelmez. Bir süre sonra bronşektazi tekrar enfekte olabilir ve hastaların belirtileri tekrar ortaya çıkabilir. Bu tür hastalar grip ve zatürre aşılarından fayda görebilirler. Bronşektazi tek taraflıysa ve uygun medikal tedaviye rağmen tekrarlayan hemoptizi ya da bronşektazik alanlar sık sık enfekte oluyorsa operasyon seçeneği göz önünde bulundurulur. Yani bronşektazi olan akciğer alanı rezeke edilebilir (ameliyatla alınabilir). Operasyon dışında, hemopizi için bronşiyal arter embolizasyonu, enfeksiyon için akılcı antibiyotik kullanımı diğer seçenekler olarak düşünülebilir. Bilateral (iki taraflı) bronşektazilerde operasyon seçeneği neredeyse yoktur. Bronşektazili bir hastada bronşektazi nedeni olarak altta yatan bir hastalık saptanırsa, o hastalıkla ilgili önlemler alınır. Örneğin immün globulin yetersizliği saptanırsa, immün globulin replasmanı yapılır, gereken durumlarda antibiyoterapi ve eşlik eden diğer durumların tedavisi yapılır.

Okumaya Devam

Trendler