Travma Sonrası Stres Bozukluğu ve Tedavisi - Doktor Makaleleri
Bize ile Bağlan
All On Four İmplant Tedavisi

Psikolog

Travma Sonrası Stres Bozukluğu ve Tedavisi

Yayınlanan

üzerinde

Travma Nedir?

En geniş tanımı ile travma “gerçek ya da algılanan bir yaralanma içeren, ya da kendisinin veya başkalarının fiziksel bütünlüğüne tehdit oluşturan olay veya olaylar yaşaması, tanık olmasıdır.” Travma, canlı üzerinde hem bedensel hem de ruhsal açıdan önemli yaralanma belirtileri bırakan yaşantı olarak tanımlanabilir. Sağlıklı bir bireyde var olan olağan davranış sistemi; kontrol etme yeteneği, olaylar arasında bağ kurabilme, kişiye veya olaylara anlam duygusu travma yaşayan kişide alt üst olur. Travma yaşayan birey için hayat adeta anlamını kaybeder. Kişinin mutat hayat akışında bir kesintiye uğrama meydana gelmiştir, beklenilmeyen veya beklenilen bir durum olması fark etmeksizin kişide travma sonrası yalnız olma hissi, hayatın kırılganlığı, kişinin ölümün gerçekliğini idrak etmesi, ahlaki değerleri ile bağının kopması gibi durumlar baş gösterir. Kişi için olağan yaşamdaki bu yıkıcı etki; geleceğe dair umudunun kırılmasına, kendini, hayatı ve ötekileri sevme duygusunun yaralanmasına, kendine veya başkalarına güven duygusunun zedelenmesine sıklıkla neden olur.

 Travma bireyin adeta “hep başkalarından duyardım, birilerinden dinlerdim, televizyonda  seyrederdim, üçüncü sayfa haberlerinde okurdum, benim veya sevdiklerimin başına  gelebileceğini hiç düşünmezdim” dediği şeyler ile karşı karşıya gelme, haberdar olduğu ancak  kendisinden uzak olduğu ihtimaline sıkı sıkıya bağlandığı olay veya olayların kendisinin de  bir gün “baş kahramanı” olma ihtimali yüzleştiği andır.  

 Birçok insan medya aracılığı ile veya dijital platformlar sayesinde, travmaların birey  üzerindeki kötü etkisine ilişkin fikir sahibidir. Ancak yaratılışımız itibari ile sahip olduğumuz  “hayatta kalma mekanizması” olumsuz yerine olumlu olana odaklanma, olumlu düşünceyi  merkeze alma doğal eğilimindedir. Bu sebeple fikir sahibi olunsa bile çoğu insan otomatik bir  şekilde “benim başıma gelmez, ben güvendeyim inancına sıkı sıkıya bağlıdır. Diğer yandan;  örneğin sosyal medyada okunulan travma ile ilgili bir yaşantıyı kendisi yaşasaydı bununla  nasıl başa çıkacağına dair bir görüsü olur kişinin; çoğu zaman ben olsaydım şöyle yapardım,  bu benim başıma gelseydi ben öyle davranmazdım ile başlayan cümleler içerir bu görüş.  Ancak travmayı yaşayıp atlattıktan sonra öngörüsünün aksine birçok davranışta bulunduğunu  gözlemler ve şaşırır. Bu durumun en önemli nedeni travma deneyiminin olağan yaşam  olaylarından bambaşka bir şey olmasıdır.  

 Travmalar genellikle ani ve beklenmedik olaylardır. Birçok kişinin hayatında çok zorlu  bir şey bile olsa olaylara veya durumlara bir “hazırlanma” zamanı olur. Yeni olaya veya yeni  değişime ayak uydurabilmek, kabullenebilmek ve bunun için bir şeyler yapmak için kendine  veya hayatın kendisine tanıdığı zaman dilimi kişi için önemlidir çünkü zorlu bir yaşam  deneyimine hazırlık için ne kadar zamanı olursa bu deneyim ile o kadar iyi baş edebilir.  Ancak travma, beklenmedik bir şekilde, aniden ortaya çıkan bir yaşantı olduğu için kişinin  hazırlık yapma gibi bir zamanı olmaz, dolayısıyla nasıl davranacağı, nasıl düşüneceği  konusunda hızlıca karar vermesi gerekir. Bu durumda kişinin tüm sistemini buna göre aniden  ayarlamasını gerektirdiğinden olağan davranış sistemi adeta “hata kodu” verir ve kesintiye  uğrar çünkü travma “planlanarak yaşanacak bir deneyim” değildir. 

 Kişi geriye dönüp baktığında travma sırasındaki bilişsel ve duygusal veya fiziksel  tepkilerini manasız bulur, çoğu tepkisi normal bir durumda vereceği tepkiden farklıdır. Kişi  için her şey olduğundan farklıdır, güvenlik duvarı yıkılmış gibidir. Travma o kadar ani ortaya  çıkar ki, kişinin buna ayak uydurmak için zamanı olmaz, normalinden farklı davranışlar  sergilemesinin en önemli nedeni budur. Aynı zamanda bu durum travma sırasında ve  sonrasında kişide aşırı korku, dehşet ve umutsuzluk gibi duyguların ortaya çıkmasına neden  olabilir. 

Travma Olarak Adlandırılabilecek Aşırı Stres Yaratan Olaylar Nelerdir? 

Travmatik yaşantıları iki ana grupta inceleyebiliriz; insanlar tarafından yaratılan  travmalar (taciz, tecavüz, şiddet, kaza, işkence savaş vb.), doğal olaylar (deprem, sel, kasırga,  hortum, ani ölüm vb.)  

• Ciddi bir kaza veya deprem, hortum, sel felaketleri vs gibi tabii felaket • Tecavüz veya kriminal saldırı, size karşı ağır suç işlenmiş olması 

• Savaşta görev almış, savaş bölgesinde bulunmuş olmak 

• Çocukluk çağı cinsel tacizi veya fiziksel taciz veya aşırı ağır ihmal 

• Rehine olmak-tutukluluk-işkence görmek-göçmen olarak yer, ülke, şehir değiştirmek  zorunda kalmak 

• Travmatik bir olaya şahit olmak 

• Sevilen birisinin beklenmedik ani ölümü 

• Travma kapsamında fiziksel ve duygusal taciz olayları 

• Çocukluk çağından beri süregelen sevgisiz ortam 

• Sağlık, eğitim, barınma ve beslenme gereksinimlerinin karşılanamaması • Cinsel tacizler 

• Doğal afetler ( deprem, sel, fırtına vb.) 

• Yangınlar 

• Trafik kazaları 

• Savaşlar 

• Çatışmalardan etkilenmek  

Travmatik Olaydan Sonra Bireyler Nasıl Tepki Gösterirler? 

Travma yaşantısı sonrası bireylerde çoğu zaman “normal tepkilerden” farklı tepkiler  gözlemlenir. Ancak unutulmamalıdır ki “anormal duruma verilen anormal tepki, normal  tepkidir.” Travma sonrasında genellikle bireyde ortaya çıkan tepkiler ise; travmayı kafasında  tekrar tekrar yaşama, travma ile ilgili veya onu hatırlatan şeylerden kaçınma, daha fazla  gergin, huzursuz veya her zamankinden daha tetikte olma, bunalımda olma ve ağlama  şeklinde karşımıza çıkmaktadır. 

1. Travmanın Tekrar Tekrar Kafasında Yaşanması 

Hayatta kalma mekanizması devreye girdiğinde zihin olası bir travmaya tekrar yaşama  durumuna karşı depolama yapma uğraşına girişir. Bu durum gerçek bir tehdit algısı olduğunda  işe yarar görünse de tehlikenin geçip gittiği artık korunmaya ihtiyaç olmadığı zamanlarda pek 

de işlevsel değildir. Kişi travma sonrasında, travma sırasındaki duygu, düşünce veya imgeleri  tekrar tekrar deneyimleyebilir ve bu deneyimler; öfke, korku, çaresizlik, üzüntü, kaygı, dehşet  ve diğer duyguları içerebilir. Bazı imgeler, tatlar, kokular ve bedensel rahatsızlık verici  duyumlar da tekrar deneyimlenebilir. Bu durum kişinin kendisine, çevresine ve dünyaya karşı  güven, sevgi, beraberlik, güvenlik duygu ve düşüncelerini parçalayabilir.  

2. Tekrar Eden Kabuslar, Üzüntüye Sebep Olan Rüyalar ve Uykusuzluk 

Travma sonrasında en sık karşılaştığımız durumlardan biri uyku düzeninde ve kalitesinde  bozulmadır. Kişi travmaya ilişkin veya ondan tamamen bağımsız fark etmeksizin sürekli  tekrar eden üzücü rüyalar veya kabuslar görebilir. Bu durum uykunun sık sık bölünmesine  neden olmaktadır. Ayrıca kişi belli bir süreden sonra kabus görmekten korku duyduğu için  uykuya dalmakta veya sürdürmekte kaçınma tepkisi gösterebilir. Her iki durum da uyku  düzenini ve kalitesini ciddi oranda etkiler ve kişinin sürekli yorgun hissetmesine sebep olur.  

3. Flashback 

Travma sonrasında bireyde sık karşılaşılan durumlardan biri geri dönüşlerdir. Travma o  kadar acı verici bir deneyimdir ki kişi travma sonrasında sık sık sanki travma tekrar  yaşanıyormuşçasına, travma esnasında yaşadığına benzer acı, ses, koku, görüntü, bedensel  duyumları tekrar tekrar hissedebilir. O kadar güçlüdür ki kişiye travma sırasındaki bedensel  duyumları, duyguları, düşünceleri travma sırasında olduğu gibi tekrar deneyimliyor olduğunu  hissettirir. Travma ile ilgili rahatsız edici veya sizi korkutan başka şeylerle ilgili rüyalar  görmek, travmanın tekrarlandığını hissetmek-travmayı çok kuvvetli olarak, tekrar yaşamak,  size travmayı hatırlatan olaylarla veya duygularla karşılaştığınızda, çok rahatsız, huzursuz  olmak, size travmayı hatırlatan olaylar veya anılarla karşılaştığınızda, örneğin, kalp çarpıntısı,  baş dönmesi gibi, rahatsız eden fiziksel tepkiler tecrübe etmek gibi durumlar yaşamanız  olasıdır. 

4. Travma İle İlgili Olaylardan Kaçınmak ve Hissizleşmek 

İnsanın varoluşsal düzeninde sahip olduğu sistem, onu travma sırasında veya sonrasında  acı verici duygulardan koruma becerisine sahiptir. Dolayısı ile travma sonrasında birey  kendisine çok büyük acı verecek durumlara karşı hissizleşebilir. Travma ile ilgili düşünce,  duygu ve konuşmalardan kaçınabilir, travmayı hatırlatan yer, kişi ve olaylardan kaçınabilir,  travma ile ilgili bazı anıları hiç hatırlayamayabilir. Ayrıca hayata küsme, kendisini  çevresindeki kişilerden ayrı biri olarak düşünme, her zamanki duyguları hissedememe, sanki  ödünç alınmış bir yaşamı yaşıyor gibi hissetme gibi durumları yaşayabilir. Travmayı  düşünmeye ya da travma hakkında konuşmaya isteksizlik, biri travmadan sonra nasıl  hissettiğini sorduğunda başka sorular sorulmaması için konuyu değiştirmek, güvenlik  davranışlar; travma öncesinde yapılan bir şeyi daha farklı yapmak, kontrol etme, ritüeller,  tamamen kaçınma (durumdan veya araçtan) sık rastlanılan kaçınma ve hissizleşme  tepkileridir.

5. Aşırı Uyarılma Tepkileri 

Travma sonrası bireyde her zamankinden daha fazla “tetikte olma” durumu  gözlemlenebilir. Bunlar şu şekilde kendini gösterir; Uykuya dalmakta ya da uykuda kalmakta  zorluk, sinirlilik ve öfke patlamaları, konsantrasyon ve hafıza ile ilgili zorluklar, dikkat artımı  ve kendiniz veya başkalarının güvenliğiyle ilgili abartılı endişeler, size travmanızı anımsatan  durumlara karşılık verdiğiniz bedensel tepkiler, cinsel zorluklar. 

Travma Sonrası Fiziksel, Duygusal, Bilişsel ve Kişilerarası Tepkiler 

Sözü edilen normal stres tepkileri, vücudumuzda sempatik ve parasempatik sinir  sistemine dayalı olarak ortaya çıkar. Sempatik sinir sistemi tehlike algılandığı anda devreye  girer. Bedenin tehlikeli durumdan kaçmaya veya tehlike ile savaşmaya hazırlanması için  gerekli değişikliklerin meydana gelmesini sağlar. Aktivitesi, kalp atışlarında ve nefes alıp  vermede hızlanma, terleme, sindirim sisteminde hareketlenme, kaslarda gerginlik, yorgunluk,  uykuya dalmada güçlükler, vücudun değişik yerlerinde ağrı ve acı, iştahta değişiklikler, mide  bulantısı ve cinsel dürtülerde değişiklikler olarak hissedilir. Tehlike ortadan kalktıktan sonra  ise parasempatik sinir sistemi devreye girer; sempatik sistemin vücutta ortaya çıkardığı  değişikliklerin geri dönüşümünü beden aktivitelerinin normale dönmesini sağlar. 

 Travmatize olmuş kişiler şok, korku, yas, öfke, suçluluk, utanç, çaresizlik, ümitsizlik,  duygusal uyuşukluk (sevgi, yakınlık, herhangi bir şeye ya da birine duyulan ilgi, gündelik  faaliyetlerimizden aldığımız keyif gibi duyguların hissedilmesinde çekilen güçlük) gibi  duyguları yoğun bir şekilde yaşayabilirler. İlk bir-iki haftadan sonra eğer bu duygular  varlıklarını ve yoğunluklarını korurlarsa bu muhtemel bir psikolojik soruna işaret eder. 

 Strese verilen bilişsel tepkiler duygusal tepkilerle bağlantılıdır. Verilen bilişsel tepkiler  hem olayın kendisi hem de verilen fiziksel ve duygusal tepkiler nedeniyle ortaya çıkabilirler. Söz konusu tepkiler şaşkınlık, dalgınlık, mekan ve zamana oryantasyonda güçlük, hafıza  problemleri ve kafa karışıklığı olarak özetlenebilir. 

 Aşırı stres durumlarında ev, okulda ve-veya işteki arkadaşlık, eş ve ebeveynlik  ilişkilerinde ortaya çıkan belirtilerden söz etmek mümkündür. İlişkilerde gözlenebilen bu  değişikleri güvensizlik, tedirginlik, artan çatışma eğilimi, içe kapanma, yalnız kalma, kendini  reddedilmiş ya da terk edilmiş hissetme, uzaklaşma, ön yargılı olma eğiliminde artış ve  kontrol etme ihtiyacında artış olarak gruplanabilir. 

Travma Sonrası Stres Bozukluğuna Eşlik Eden Bozukluklar 

1. Post-Travmatik Depresyon 

 2. Uyum Bozukluğu 

 3. Yaygın Anksiyete Bozukluğu 

 4. Kısa Psikotik Bozukluk 

 5. Disosiyatif Amnezi 

 6. Disosiyatif Füg

 7. Disosiyatif Kimlik Bozukluğu 

 8. Depersonalizasyon 

 9. Uykuda Korku Bozukluğu 

 10. Somatizasyon Bozukluğu 

 11. Farklılaşmış Somotoform Bozukluk 

Travma Sonrası Stres Bozukluğu Tedavisi Nasıldır? 

Toplumumuzda görülme sıklığı yüksek değerde olan Travma Sonrası Stres Bozukluğu  birçok farklı terapi tekniği ile tedavi edilebilir bir ruhsal bozukluktur. Özellikle son  dönemlerde travma tedavisi denilince akla gelen “Göz Hareketleri İle Tepkisiz  Duyarsızlaştırma” tekniği yani bilinen adı ile “EMDR” ciddi oranda ve hızlı bir şekilde  travmalar ve sonrası bozukluklar için etkili bir yöntem olarak karşımıza çıkmaktadır.  

 Travma ve sonrası ortaya çıkan bozukluklar için yine sık uyguladığımız teknikler Bilişsel  Davranışçı Terapi tekniklerinden olan “imgelemde maruz bırakma” tekniğidir. Bu teknik ile  danışana seans içerisinde travmatik anıyı tekrar deneyimlemesi ancak farklı olarak bilişsel  hatalı kodların düzeltilip, yerine işlevsel olanların yerleştirilmesi şeklinde ilerleyen ve  gerçekten travmaların ciddi düzeyde iyileşmesini sağlayan yöntemlerden biridir. Bilişsel  Davranışçı Terapi modeli aynı zamanda travma vakalarında bilişsel yeniden işleme, biyolojik  geri bildirim ve rahatlama egzersizleri, sistematik duyarsızlaştırma, girişkenlik alıştırmaları,  stresi azaltma alıştırmaları, nefes ve beden egzersizleri ile iyileşme sürecinde güzel başarılara  imza atmaktadır. 

 Kısacası travma ve sonrasında ortaya çıkan diğer ruhsal bozukluklar kaderiniz değildir, popülasyona bakıldığında bu gibi durumlarla çalıştığımız hastalarımız tedavi sonrası kısa  sürede eski işlevselliklerine geri dönebilmektedir. Önemli olan doğru terapist ile çalışmak ve  onunla birlikte hareket edebilmektir.

Okumaya Devam
Reklam
Yorum İçin Tıklayın

Yorum Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Psikolog

Çocuğumla Yaşadığım Kriz Anlarında Neler Yapabilirim?

Anne babaların tavırları çocukların psikolojisinde kıymetli bir yere sahiptir. Bazen tüm âlâ niyetlere karşın hiç istenmeyen o savaşlar ve kriz …

Yayınlanan

üzerinde

Tarafından

Anne babaların tavırları çocukların psikolojisinde kıymetli bir yere sahiptir. Bazen tüm âlâ niyetlere karşın hiç istenmeyen o savaşlar ve kriz anları eninde sonunda patlak verir. Krizi çözmeye çalışmak, konuşmaya çalışmak, sakinleştirmeye çalışmak vb. davranışlar da bazen bu olumsuz durumu ivmelendirebilmekte. Pekala, bu kriz anlarında çocuğa nasıl yaklaşmak gerekir? Neler yapılabilir? Bunun hap bilgisi yoktur zira her çocuk birbirinden farklı ve biriciktir. Her durum da kendine özeldir. Çocuklar aynaya bakarak fizikî özelliklerini öğrenirler. Hislerini tanımayı da onlara yansıtılan hisleri dinleyerek öğrenirler. Görüneni olduğu üzere yansıtırlar. Güçlü hisler içindeyken en çok bizi dinleyen ve anlayan birinin varlığı kıymetlidir. Şimdi hislerini tanımayan, anlamlandıramayan çocuğa rehberlik eden ebeveyn, onun gelişim sürecinde kıymetli bir dayanak olur. İleride öfkesini denetim edebilmeyi öğrenebilmesi için evvel hissini anladığımızı hissettirmemiz lazım. Bu noktada Daniel Siegel‘ın bu “Bütün Beyinli Çocuk” ideolojisine değinmek yerinde olacaktır: Zihnimizin iki tarafı var. Bir tarafı hislerle, bir taraf mantıkla alakalı. Biz şayet bir his yoğunluğu içerisindeysek, karşımızdaki kişi o sırada bize mantıksal bir şeylerle gelirse, biz onu geri püskürtüyoruz. Çocuk da tıpkı halde. O his yoğunluğu içerisindeyken, artık kızdığı şey neyse: “Evet, anlıyorum. Şu an, şu şu şu sebeple öfkelisin. Ben de küçükken bu türlü olduğunda senin üzere hissederdim.” deyip, bilhassa de 0-3 yaştan bahsediyorsak şayet orada bedensel temas kurarak, sakin bir ses tonuyla, yavaş yavaş konuşarak, biz sakin davranıp onun da böylelikle modunu aşağı çekmeye çalışarak, o dakikada itimat veriyor olmamız ve hissini anladığımızı ona hissettirmemiz kıymetli.

Unutulmaması gereken şey kriz anında yapılacak, söylenecek hiçbir şeyin tesirli olamayacağıdır. Bu kaçınılamayacak bir dalga üzere nitelendirilebilir. Dalga geçtikten ve sular biraz durulduktan sonra çocuğun yaşına ve duygusal olgunluğuna nazaran bahis hakkında konuşulabilir. Çocuğun o anda yaşadığı hisler isimlendirilip (öfke, hayal kırıklığı, ıstırap gibi) hislerini tanımasına ve bu hisleri anlamlandırmasına yardımcı olunabilir. İleride karşılaşılaşılabilecek emsal durumlar karşısında yapılabilecekler birlikte gözden geçirilebilir.

Okumaya Devam

Psikolog

İnsan Depresyona Neden Girer?

Depresyon bir hastalıktır. Öncelikle bunu bilip kabul etmek gerekir. Rastgele bir yanlışınızdan, kusurunuzdan, eksikliğinizden ya da günahınızdan …

Yayınlanan

üzerinde

Tarafından

Depresyon bir hastalıktır. Öncelikle bunu bilip kabul etmek gerekir. Rastgele bir yanlışınızdan, kusurunuzdan, eksikliğinizden ya da günahınızdan kaynaklanmaz. Bu hastalığa beyin kimyasının bozulması yol açar. Yaşanan üzücü olaylar ve gerilim bunda tesirlidir.

DEPRESYON, uzun müddet devam eden ve kişinin hayatını olumsuz bir formda etkileyen, daima hüzün ve ilgi kaybına neden olan bir his durum bozukluğudur. Mutsuzluk ve hayattan keyif almama hâlidir. Değersizlik, çok suçluluk, yalnızlık, hüzün ve ümitsizlik hisleri ile karakterize edilir.

Hayat kaidelerinin getirmiş olduğu ağır yük ve plândemi ile birlikte konutlara kapanmak zorunda olmak, insanların ruhsal dünyasında bir çöküntü oluşturdu. Birtakım insanların kişilik yapısı bu durumdan daha fazla etkilendi.

Depresyon neden kaynaklanır?

Depresyon, beyinde kimyasal istikrarın bozulması sonucu ortaya çıkan bir hastalıktır. Örneğin, bir yakının kaybı, iş kaybı, kronik bir hastalığa yakalanmak üzere sebepler depresyona yol açabilir.

Bazen kişi bir sebep olmadan da depresyona girebiliyor. Genetik transfer yoluyla da şahıstan şahsa geçebiliyor. Anne yahut baba sık sık depresyona giriyorsa, bu bireylerin çocukları bunu yaşayarak ve rol model alarak öğreniyor, bu manada “Genetik bir yatkınlık olduğu için görülme ihtimâli biraz daha yüksek” diyebiliriz.

Depresyonun belirtileri nelerdir?

Kişinin olağanda severek ve isteyerek yaptığı bir işi yapmak istememesi, yataktan çıkmak istememek, daima uyku hâli, uykuya dalmada zorluk çekmek yahut çok uyumak, çok yeme yahut iştahsızlık, daima yorgunluk hissi, konuşmada yahut hareketlerde yavaşlama, değersizlik ve hatalı hissetmek, intihar fikri üzere belirtiler, “depresyon belirtisi” olarak kabul edilir.

Bu belirtilerle birlikte mühlet de değerlidir. Şahsa depresyon tanısı konulabilmesi için kelam konusu belirtilerin en az iki hafta devam ediyor olması gerekir. Bayanlarda görülme oranı yüksek olmakla birlikte, depresyon, çocukluktan yaşlılığa kadar her yaşta görülebilir.

Depresyon yaşlılıkta da karşımıza çıkıyor. “Âdeta tetikte bekleyip fırsat kolluyor” diyebiliriz. Yaşı ilerlemiş insanların çoklukla birden fazla hastalığı vardır. Bunlara bir de depresyon eklenince, kişinin sıhhati güzelce bozulur.

Değerli bir sıhhat sorunu olmasına karşın, yaşlılarda depresyon teşhisi nadiren konulur. Sebebi ise, yaşlıların keyifsiz, neşesiz, mutsuz, sakin olmalarının olağan karşılanması, şikâyetlerinin yaşlılıktan ileri geldiği niyetidir. Öbür bir sebep ise, yaşlı depresyonunda “bedensel şikâyetlerin” ön plânda olmasıdır. Yaşı ilerlemiş beşerler, genelde ruh hâllerinden bahsetmezler. Hatta ruh hâlleri sorulduğunda karşılık vermezler. Ellerini sallayarak, “Boş ver” der üzere geçiştirirler. Daha çok, “Gözlerim eskisi kadar görmüyor, bacaklarım ağrıyor, çabuk yoruluyorum, eskisi kadar dinç değilim, kuvvetim yerinde değil” diye serzenişte bulunurlar. Hekimler fizikî semptomlara daha çok odaklandıkları için, depresyon teşhisini göz arkası ediyorlar.

Depresyon önlenebilir mi?

Depresyonu önlemenin kesin bir yolu olmamakla birlikte, gerilimi denetim etmek, ruhsal sağlamlığı arttırmak ve benlik hürmetini güçlendirmek değerli adımlardır. Şahısta üstte saydığımız şikâyetler mevcutsa, en kısa vakitte takviye alması, kendisi ve etrafı için yararlı olacaktır. Zira depresyondan yalnızca kişinin kendisi mustarip değildir, konut ve iş etrafındaki tüp beşerler bu olumsuz ruh hâlinden etkilenirler.

Depresyon bir hastalıktır. Öncelikle bunu bilip kabul etmek gerekir. Rastgele bir yanlışınızdan, kusurunuzdan, eksikliğinizden ya da günahınızdan kaynaklanmaz. Bu hastalığa beyin kimyasının bozulması yol açar. Yaşanan üzücü olaylar ve gerilim bunda tesirlidir. Depresyona girdiniz diye asla kendinizi suçlamayın ve ayıplamayın. Bu sizin kusurunuz değil. Kimsenin kusuru değil! Daha çok mükemmeliyetçi, titiz, çok derecede sorumluluk sahibi ve çok fazla çalışan bireyler daha sık depresyona girerler.

Pekala, bu durumda ne yapılması gerekir? Bol bol açık havada bulunmak güzel gelir; bilhassa öğlenden evvel yapılan yürüyüşlerde güneş ışığından daha çok faydalanıldığı için, yürüyüşlerin sabah vaktinde yapılması tavsiye edilir. Yalnız kalmamaya itina göstermek, kendinize düzgün gelen bir arkadaşınızı arayıp sohbet etmek, mümkünse karşılıklı görüşüp bir kahve içmek, kendinize uygun gelen şeyleri keşfetmek önleyici tesire sahiptir.

Görüşmelerimdeki seanslarda danışanlara soruyorum: “Size ne düzgün gelir, ne memnun eder?” Beşerler kendilerini neyin memnun ettiğini bilmiyorlar. Mutsuzluğa, ümitsizliğe o kadar çok odaklanmışlar ki kendilerini nelerin memnun ettiğinin farkında değiller. Zira zihin daima aksiye odaklanmış. Hülasa ne ile memnun oluyorsanız, onunla uğraşmak, onunla vakit geçirmek, size kendinizi daha yeterli hissettirecektir.

Depresyona girmek bir zayıflık işareti olmadığı üzere, depresyona girdikten sonra yardım istemek de zayıflık değildir. Yardım istemek sizi daha çok güçlendirecektir. Vakit kaybetmeden yardım almak, başta kendinize, sonra etrafınızdaki insanlara yararlı olacaktır.

Hayatın hoşluklarını kaçırmayın! Sağlıklı, memnun, huzurlu günler dilerim…

Okumaya Devam

Psikolog

Borderline Kişilik Bozukluğu

Toplum içinde giderek artmaya başlayan borderline kişilik bozukluğu nedir, en çok kimlerde görülür ve tedavisi nasıl yapılır üzere soruların …

Yayınlanan

üzerinde

Tarafından

Toplum içinde giderek artmaya başlayan borderline kişilik bozukluğu nedir, en çok kimlerde görülür ve tedavisi nasıl yapılır üzere soruların cevaplanacağı bu yazıda tıpkı vakitte borderline kişilik bozukluğuna sahip bireylerle nasıl toplumsal bağlantılar kurabileceği de anlatılmaktadır.

Borderline kişilik bozukluğunun toplum içindeki yaygınlığı %2-3 olarak bilinmektedir. Borderline ‘’sınır’’ manasına gelmektedir bu yüzden sonda kişilik bozukluk ismini da alabilmektedir. Birey etrafındaki şahıslara karşı istikrarlı olmayan his ve davranışlar gösterir. Borderline kişilik bozukluğu ya da sonda kişilik bozukluğu daha çok bayanlarda görülmektedir bilhassa kendilerini sıklıkla boşluktaymış üzere hissetmekte ve bu boşluğu doldurmaya çalışmaktadır. Buradaki boşluk özellikle münasebetler üzerinden doldurulmaya çalışılmaktadır hasebiyle terk edilme, sevilmeme ya da dışlanma durumlarında bireyler olağanın çok daha üstünde reaksiyonlar vermeye başlamaktadır. Bu reaksiyonlar sıklıkla öfkeyle verilir ve kişinin kendisine ziyan vermesi tarafındadır. Hudut kişilik bozukluğuna sahip bireyler neredeyse bütün hislerini uçlarda yaşamaktadır. Öfke üzere sevme hisleri da çoka giden iki uçta yer almaktadır. Kişinin hem hisleri hem de davranışları sıklıkla değişkenlik göstermektedir. Örneğin, bireyin bazen yakın arkadaşı kendisi için dünyanın en düzgün insanı olabiliyorken, kırıldığı ya da sevilmediğini düşündüğü anlarda arkadaşı için dünyanın en makus insanı olduğunu düşünebilmektedir.

Borderline Kişilik Bozukluğu Teşhis Ölçütleri

1) Kimlik karmaşası

2) Gözünde çok büyütme ve yerin tabanına sokma uçları ortasında giden, tutarsız ve gergin şahıslar ortası alakalar

3) Kendine berbatlığı dokunacak en az iki dürtüsellik (para harcama, cinsellik, husus berbata kullanımı, inançsız araç kullanma vb.)

4) Terk edilmekten kaçınmak için çılgınca efor gösterme

5) Uygunsuz ağır öfke, öfke kontrolünde zahmet

6) Duygulanımda tutarsızlık

7) Süreğen bir boşluk duygusu

8) Yineleyici intihar davranışları, teşebbüsleri ya da göz korkutmalar

9) Zorlanmayla alakalı gelip süreksiz kuşkucu fikirler ya da ağır çözülme belirtileri.

Kendine Ziyan Veren Davranışlar

  1. Çok yemek yeme

  2. Çok alkol kullanımı

  3. Unsur kullanımı

  4. Fizikî olarak kendine ziyan verme (faça atmak, tehlikeli aktiviteleri yapma)

  5. Kısa müddet içerisinde birden fazla ya da farklı şahıslarla pek çok defa cinsel ilgiye girme

  6. Sık sık saçlarını kestirme, rengini değiştirme vs.

  7. Çoka kaçan alışverişler

  8. Süratli araç kullanma

Kişi üstte sıralanan tehlikeli durumları dürtüsel davranışlarıyla hayatına sokarak kendisine ziyan verir. Böylelikle kendisini âlâ hissetmeye ya da içinde yaşamış olduğu berbat hislerle baş etmeye çalışır.

Borderline Kişilik Bozukluğunun Sebepleri:

Yapılan araştırmalar sonucu, hudutta kişilik bozukluğu sebepleri ortasında çocukluk çağındaki cinsel ya da duygusal istismar olduğu görülmüştür. Araştırmalara nazaran, anne-babanın boşanmış olması, ebeveynlerinden yeteri kadar ilgi görememe de borderline kişilik bozukluğuna değerli ölçü de yer hazırlamaktadır. Hudutta kişilik bozukluğun, bireyin kişiliğini yapılandırmaya başladığı gelişim basamaklarıyla bilhassa ilişkilidir. 0-2 yaş devrinin 16 ve 24. aylar ortasında bebeğin anneden ayrışma ve kişiselleşme sürecinde başa çıkamayacağı hislerle bırakılması ile oluştuğu bilinmektedir. Örneğin, annenin (bakım verenin) tutarsız davranışları, küsme ya da hatalı hissettirme davranışları, ihmal ya da işgal etme üzere bebeğin başa çıkamayacağı hisleri yaşatmak. Çocuğa anne dışında öbür birinin bakım vermesi ya da birden fazla kişinin bakım vermesi de borderline kişilik bozukluğuna taban hazırlayan öbür sebepler ortasındadır. Tüm bu sebeplerden ötürü bebekte bütünleşememiş bir kendilik algısı oluşmaya başlar. Siyahlar ve beyazlar birleştirilemez ve dünya iyi-kötü üzere uçlarda yaşanılacak bir hal almaya başlar. Siyahlar ve beyazların olduğu bir dünya algısı (çok sevmek- çok nefret etmek, çok yemek, çok az yemek vs.) kişinin ruhsal ve fizikî olarak sağlıklı yaşayabilmenin önünde büyük bir pürüz olarak yer alır. Hasebiyle grilere her vakit muhtaçlık vardır…

Borderline kişilik bozukluğuna sahip bireyler sıklıkla kaybetme korkusu yaşamaktadırlar. Yaşadıkları rastgele bir durumdan dolayı kendilerini suçlamaya eğilimi olduklarından dolayı, bu duyguyu bastırabilmek ismine karşısındaki bireyleri suçlama davranışlarında bulunurlar ama özünde kendilerini sıklıkla hatalı hissetmektedirler. Bilhassa değersizlik hissinin vermiş olduğu hüzünle bedel görebilmek ismine fedakâr davranışlarda bulunurlar. En çok sevilmeye olan gereksinimleri, borderline bireylerin davranışlarını belirlemede değerli bir yere sahiptir. Örneğin, kusursuz olduklarında sevildiğini düşündüklerinde mükemmeliyetçi davranışlarını devam ettirmektedirler. Hudutta kişilik bozukluğunun en çok hissettiği hisler ortasından bir oburu de bağımlılıktır. Bağımlılık daha çok hayatlarında kıymet verdikleri bireylere karşı olmaktadır. Münasebetiyle terk edilmek demek aslında borderline bir kişi için yok olmaktır.

Borderline Kişilik Bozukluğunun Tedavisi:

Psikoterapiye gelen danışanların büyük bir kısmını borderline kişilik bozukluğuna sahip bireyler oluşturmaktadır. Psikoterapiye daha çok ilgi sorunları ile gelmektedirler. Bağ sorunları ile gelen danışanların büyük bir kısmı depresif ve kızgın hissetmektedirler. Örneğin, partnerinden yeni ayrılmış kişinin terapide partnerini öldürmek istediğine dair ağır öfkesi görülebilmektedir. Sonda kişilik bozukluğu olan bireylerin alakalarını ve kendi ruhsal sıhhatini bozacağı pek çok davranış örüntüleri vardır. Örneğin küsmek, saldırmak (fiziksel ya da sözel olarak), kendini acındırma (ağlamak, yemek yememek, uzun saatler uyumak), cinsellik, alkol, intihar, dürtüsel davranışlar, sevgiyi test etme ve terk edilme (bazen danışanlar ne kadar sevildiğini görebilmek ve bunu test edebilmek için temasta olduğu kişi terk ederek ya da küserek bunu test etmeye çalışmaktadır), kendine ziyan veren davranışlar vs.

Psikoterapide danışanın bütün davranışları ve hisleri ele alınır. Terapist danışanın makus hislerle baş edebilmesine yardımcı olarak hislerini özelleştirmeye çalışır. Çocukluktaki travmalar terapide ele alınarak kişi üzerinde kalmış makus tesirleri optimize etmeye çalışılır. Borderline bozukluğuna sahip bireyler günlük hayatta pek çok sorunla uğraşmak zorunda kalabilirler. Terapist danışanın gerilimle baş edebilme maharetlerini arttırmayı hedefleyerek günlük hayattan daha doyum almasına yardımcı olur. Birtakım hisler yalnızca hissedilir ama sözlere dökülemez. Terapist danışanın hislerini anlayarak, etiketleyerek danışanın da kendisini daha düzgün anlamasına, hislerine dokunabilmesine ve kendisini daha uygun tanımasına yardımcı olmaktadır. İnsan beyni his ile tekrar öğrenebilmektedir. Danışanın terapistiyle kuracağı sağlıklı bir alaka danışanı büyük oranda tedavi etmektedir. Terapiler ilerledikçe danışanın hayatındaki siyahlar ve beyazlar azalmaya başlar. Grileri yaşamaya başlayan danışan ise öbür sağlıklı bireyler üzere hayattan çok daha keyif ve doyum almaya başlamaktadır. Terapiyle bir arada kendisine ziyan veren davranışları azaltarak hislerini anlamaya ve onları o nasıl yatıştırabileceğini kavramaya başlamaktadır.

Okumaya Devam

Trendler