Kaybolmuş ruhlarız.. Düşmüş değiliz sadece cennetten,
Düşerken belki de henüz, kaybolmuşuz,
Su olmuş, et olmuş, kemik olmuşuz
Ve kaybolmuşuz.
‘Bulduk, işte şimdi olduk’ diyende
Kaybolmuşuz.
Kayboluşun öyküsünü söylemiş diller,
Kayboluşun ninnisiyle büyümüş bebekler,
Bir kayıp şarkısı her dem mevsimler,
Kuşlar, çiçekler, böcekler
Bir kayıp ilanındadır saatler, tik-taklar..
Kaybolmuş ruhlarız
Ve kaybolmuşluğumuz da kayboldu..
Ezel ve ebed arası kadar kaybolduk
Kaybolduk ki yok mu bir ‘hatırlayan’?”
Belki de en çok bir yuva sıcaklığını, ailenin bağlılığını, birbirine kenetlenmişliğini kaybedenler hissediyordur kaybolmuşluk hissini.
Kaybolmak, yönünü kaybetmek, geleceğe dair ümidini, kim olduğuna dair fikrini, neşesini, yaşamak tutkusunu, bir işe yarama arzusunu, yaşamına yön veren değerlerinden uzaklaşmak, onları kaybetmektir kimi zaman.
Ne yazık ki günümüzde pek çok yaştan insan soluklaşmakta, solup gitmekte hayat sahnesinden. Koca koca insanlar toplumun (varsa eğer böyle bir şey) gözü önünde, gencecik delikanlılar, gencecik kızlar ailelerinin gözü önünde, çocuklar göz göre göre kayıp gitmekte, kaybolmakta maalesef. Tutunacak bir dal bulamayıp sürüklenmekte sokaklar boyunca.
Her kayboluşun karanlığı, kaybolduğu ormanı kendine mahsus haliyle. Madde kullanımından, alkol bağımlılığına, oyun bağımlılığından, porno bağımlılığına, kumar bağımlılığından sosyal medya bağımlılığına kadar uzanan kayboluş ormanları.. Kaybolmaların en acısı da bir aile sıcaklığından uzaklarda, sokaklarda kol gezen kötülüğün hemen yanıbaşında yaşanılanıdır belki de. Kötülüğün kendine kötülük devşirdiği hedef tahtası, sokaklar. Fuhuş ticaretine, organ mafyasına, dilenci çetesine, uyuşturucu pazarına açık ve savunmasız sokak, sokaklar ve sokaktakiler, sokakta yaşayanlar.
Çok acı ama bir gerçek olarak önümüzde duruyor, her gün yanı başımızdan geçip gidiyor sokakta yaşayanlar çocuklar, çocuklarımız.
Sokak için, sokaktakiler için yapılacak şeyler başlı başına büyük kapsamlı projeleri gerektirecektir. Böyle küçük bir yazı sığamayacak kadar uzun kapsamlı dosyalara konu olması gerekmektedir.
Biz bu yazıda sokağa açılan kapının kapatılması için neler yapılabilir sorusuna temas etmeye çalışıyoruz.
Kur’an’ın ilk nazil olan ayetlerin de Allah teala ‘insanı alaktan (kan pıhtısı) yarattık’ buyurmaktadır. Kimi yorumcular insanın fizik bedeninin alaktan yani embriyodan yaratıldığı gibi insanın insaniyet boyutunun alakadan, bağlantıdan yaratıldığını, oluştuğunu ifade etmektedir. İnsan varlığının sağlıklı gelişimi, sağlıklı şahsiyet gelişimi, kendinden eminlik, güven duygusu, bağlılık gibi erdemlerin oluşabilmesi için güven dolu ilişkilerin, bizi saracak yüreklerin varlığına ihtiyacımız vardır. Büyüme çağındaki bir çocuğun bir gencin hayatın keşmakeşliği içerisinde yolunu bulmasına rehberlik edecek olan, önünü aydınlatacak alan fener, onu koşulsuz muhabbetle, şefkatle kucaklayabilecek, kapsayabilecek gönüllerdir. Ne var ki çocuklarımızın en çok ihtiyacı olan bu sıcaklığı alabilecekleri ebeveynleri çoğunlukla bambaşka ormanlarda kendileri de kaybolmuşlar. Çoğunlukla sosyal medya ormanlarının derinliklerinde, kimileri başından aşkın işlerinin arasında, kimileri de aile içi entrikalarda, bazıları da entrikalarla dolu diziler, TV programları içinde kaybolmuşlar. Bunun sonucu olarak bir duvar yazısında bir gencin ifade ettiği gibi; ‘Anne-babalar çocuklarını zannettiklerinden çok daha önce kaybederler’. Ama ne var ki, ebeveynler bu kaybın çok çok sonrasında farkına varmaktalar.
Maalesef ki bu noktada da ‘sorunu sorun olarak’ değil de ‘kişiyi sorun olarak’ gören hâkim görüş kendini göstermekte ve gençleri tembel, haylaz, haşere, yaramaz, sokak çocuğu, tinerci, işsiz gibi kelimelerle etiketlemektedir. Burada ifade etmek gerekir ki, aslında ‘sorunlu genç yoktur, gençlerin sorunları vardır’.
Oysa ebeveynleri olarak çocukların gelişim dönemlerini tanımadığımızda, bu dönemlerdeki -özellikle 11 yaş sonrası ve ergenlikte- ihtiyaçlarını bilmediğimizde,
onları korumak için koymamız gereken sınırları bazen çok sert koyduğumuzda, bazen de hiç koymadığımızda gençlerin sorunlarıyla baş etmeleri oldukça güçleşiyor. Ebeveynler, sorunun ve çözümün bir parçası iken, gencin günah keçisi ilan edilmesiyle kolayca temize çıkarabiliyor kendini.
Ne yazık ki bu ve buna benzer pek çok tutum gençleri sokağa açılan kapıyı denemeye yönlendirebiliyor.
Bu konuda yapılması gereken şeyler listesinin başına, öncelikli-riskli gruplar konusunda, henüz kaybolmamış çocukların hayat bağları’nın sıkılaştırılması adına çalışmalar yapılması gerektiğini düşünüyoruz. STK’lar, belediyeler bu konuda öncülük etmelidirler.
Riskli gruplar sadedinde parçalanmış aileler, şiddet yaşanan aileler, bağımlılık davranışları bulunan aileleri saymak mümkündür.
Son söz olarak yüzyıllardır söylenegelmiş bir sözle veda ediyoruz;
‘Bakarsan bağ olur bakmazsan dağ olur!’