Yaşanmamış Yaşamlar ve Özdeğer - Doktor Makaleleri
Bize ile Bağlan
All On Four İmplant Tedavisi

Psikolojik Danışman ve Rehber

Yaşanmamış Yaşamlar ve Özdeğer

Yayınlanan

üzerinde

“Dünyadaki bütün kötülüklerin ve savaşların temelinde yaşanmamış yaşamlar vardır. Özdeğer düşüklüğü dünyadaki tüm kötülüklerin kaynağıdır.” Eric Fromm özdeğerin önemini bu şekilde ifade etmektedir. Peki, nedir bu özdeğer dediğimiz kavram? Kişinin kendisine değer vermesi, kendini olduğu gibi kabul etmesi ve kendine karşı dürüst-merhametli bir yaklaşım sergilemesi diyebiliriz. Özdeğerin temelleri büyük oranda ailede atılır.

Çocuk aile içinde aşağıda bahsedildiği gibi bazı olumsuz yaklaşımlarla yetiştirildiğinde özdeğeri düşük bireyler olarak yaşamının sorumluluğunu alacak cesareti ve gücü kendisinde bulamaz.

  • Hiçbir şeyi doğru düzgün yapamıyorsun! ( yetersizlik duygusu hissettirme)
  • Kardeşin senden daha çalışkan. ( kıyaslama)
  • Utandırma, suçlama, aşağılama
  • Aşırı kontrol etme veya serbest bırakma
  • İhmal, istismar
  • Tutarsız kurallar koyma
  • Tehdit, korkutma, yıldırma, şiddet…

Özdeğer neden bu kadar önemlidir diye soracak olursak:

Özdeğer kişinin hayatı anlamlandırma ve yaşamını biçimlendirme şeklini belirler. Kendi hayatıyla ilgili kararlar alma noktasında kilit bir yeri vardır. Özdeğeri düşük insan; sürekli kaygılı ve gergin bir ruh halinde olduğu için, er ya da geç her şeyi eline yüzüne bulaştıracağına inandığından sürekli içsel bir baskıyla mücadele etmektedir. Özdeğeri yüksek insan ise; yeni deneyimlere daha açıktır. Sahip olduklarına karşı bir şükran duygusu içindeyken aynı zamanda daha fazlasını hak ettiğine de inanır. Daha huzurlu ve içinden geldiği gibi yaşayan, iletişime açık, yanlış kararlarının sorumluluğunu alabilen, gerektiğinde davranışlarını ve düşüncelerini değiştirebilen, esnek ve anlamlı bir yaşam sürer.

Öyleyse yanlış yetiştirilmenin bedelini bir ömür düşük özdeğerle mi ödemek zorundayız?

Özdeğer algımızı çevremizden aldığımız tepkilerle oluştursakta sonuçta bu bizim kendimizi algılama biçimimizdir. Yapılan araştırmalarda da açık bir şekilde görülmüştür ki; Özdeğer algımızı değiştirmek elimizdedir!

Özdeğerimizi nasıl yükseltebiliriz, diye bakacak olursak:

  • Mükemmelin değil iyinin peşinden git.
  • Hayır demeyi öğren.
  • Kendine karşı dürüst ve merhametli ol.
  • Diğerlerinin senin hakkındaki fikirlerine verdiğin önemden daha fazlasını kendi fikirlerine ver.
  • Başarılarını küçümseme, tadını çıkarmaya bak.
  • Bir anda her şeyi yapmaya değil adım atmaya odaklan. Sonuç değil süreç önemli olan.
  • Gerçekçi hedeflerin olsun.
  • Kendi değerini koşullara ya da kişilere bağlama.
  • Seni mutlu eden şeyleri artırmaya çalış.
  • Bazen insanlar kendilerini değersiz hissettikçe karşısındakilere de değersiz hissettirerek iyi hissetmeye çalışır. Başkalarının sana yüklediği olumsuz duyguları içselleştirmek zorunda değilsin.

Özdeğer algının seni zorladığını ve yaşamını yeterince sahiplenemediğini fark ediyorsan bu konuda uzman desteği alarak daha doyumlu ve anlamlı bir hayat yaşamayı seçebilirsin;)

Yaşamına sahip çıkabilmen dileğiyle…

Okumaya Devam
Reklam
Yorum İçin Tıklayın

Yorum Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Psikolog

Sosyal Medya Güzellik Kaygısını Artırıyor

Yayınlanan

üzerinde

Tarafından

Burnu biraz küçültelim, dudakları büyütelim, göz kenarlarına biraz dolgu, alına biraz botoks, beli inceltelim… İşte oldu! Günümüzde sosyal medyanın da etkisiyle güzel görünebilme çabası giderek artıyor. Peki bu durumun nedeni nedir, nerelere neden oluyor? Beylikdüzü Sone Psikoloji uzmanlarından Psk. Merve Yılmaz anlatıyor.

Birçoğumuz diğer insanların hakkımızda ne düşündüğünü, onların üzerinde nasıl bir izlenim yarattığını merak ediyor, güzel görünmek, çekici olmak ve iyi bir izlenim bırakmak istiyoruz. Güzelliğin tarihsel gelişimine baktığımızda maddesel bir güzellik tanımı olduğunu, sanat alanında ise bu tanımın kadın bedeni üzerinden aktarıldığını görüyoruz. Rönesans döneminde kadının güzelliğini erkeğe hitap eden, güzelliğini erkeğe sunan kadın vücudunun merkeze alındığını söyleyebiliriz. “Kadınlar ise kendi seyredilişlerini seyrederler. Bu mevcut durum kadının kendisiyle kurduğu ilişkisini de belirler” diyen DoktorTakvimi.com uzmanlarından Psk. Merve Yılmaz, Rönesans dönemi yapılan resimler veya mimari eserlerde kadının güzelliğine ve bedenine yapılan vurgu ile günümüz medyasında görülen kadının sunumu arasında büyük benzerlikler göründüğüne dikkat çekiyor. Teknolojik koşulların değişimi ve gelişimi, tarihsel süreçler ile birlikte erkek bedeninin de artık bu yoruma ve vurguya dahil edildiğini söyleyen Psk. Yılmaz, günümüzde bedensel güzelliğin, herkes için belki de tarih dönemlerinin hiçbirinde olmadığı kadar dikkat edilen, ilgilenilen ve sahip olmak için çaba gösterilen bir özellik olduğunun altını çiziyor.

Güzellik dayatmasının dışında kalmak kişiyi güvensiz kılıyor

Güzel görünüme verilen önemle birlikte birçok kişi çekici, beğenilir ve tercih edilebilir olma arzusuyla daha güzel görünebilmek için yoğun ve çaba içine giriyor. Estetik ve güzellik ihtiyacı, kişinin güzelliğinin tadını çıkarma ve güzelliğe teşvik arzusunu ifade ediyor. En son stilleri takip etmenin, belli bir tarza sahip olmanın, makyaj yapmanın kişinin estetik anlayışını ifade etme biçimi olduğunu söyleyen Psk. Yılmaz, bireysel güzellik ihtiyaçlarını ifade eden estetik değerlerin herkes için aynı olmadığını hatırlatıyor.

Ortak ve kabul gören normlara uygun bir güzellik dayatmasının dışında kalmanın kişiyi güvensiz ve kaygılı bir durumla baş başa bıraktığının altını çizen Psk. Yılmaz, burada güvensizliğin nedenlerinin grubun dışında kalmak, başarısızlık, yalnızlık, beğenilmemek, tercih edilebilir olmamak ve kendilik değerine ilişkin kaygılar olduğunu belirtiyor. Psk. Yılmaz, bunun sonucunda kişinin sahip olduğu bedeni ve fiziki görünüşüyle ilgili ortaya çıkan olumsuz beden algılarının sosyal görünüş kaygısına neden olduğuna dikkat çekiyor.

Kitle iletişim araçları kişinin sosyal görünüş kaygılarını etkiliyor

DoktorTakvimi.com uzmanlarından Psk. Merve Yılmaz, sosyal görünüş kaygısının bireyin yalnızca vücut biçiminden kaynaklanmadığı; boyunun uzunluğu, kilosu, yüzünün şekli gibi nedenlerle yaşanan kaygıları da kapsayan ve günlük sosyal aktivitelerini olumsuz yönde etkileyen bütüncül bir kaygı durumu olduğunu anlatıyor. Kişinin sosyal görünüş kaygılarını etkileyen üç temel faktörün akranlar, ebeveynler ve kitle iletişim araçları olduğunu belirten Psk. Yılmaz, şöyle devam ediyor: “Pek çoğumuz bu faktörlerin etkisiyle birlikte sunulan fiziksel görünüm ideallerini içselleştirmekte ve sahip oldukları görünümlerini diğer bireylerle karşılaştırıyoruz. Kişi, eğer ideal olarak sunulan fiziksel özelliklere sahip değilse beden imajıyla ilgili olumsuz düşünceleri tetiklenir ve sosyal görünüş kaygısı artabilir.Sosyal medya; başarılı, güzel, tercih edilir olmanın şartının, görsel mükemmelliğe sahip olmak olduğunu öne sürer, “Güzel olan iyidir” kabulünün eder. Beğenilirliği yüksek kişilerin toplum tarafından da daima tercih edilen kişilik özelliklerine sahip olduklarına olan inanç da yanıltıcı olabiliyor.”

Filtrelerin gerçek olmadığını fark edemeyenlerin güzellik kaygısı artıyor

Sosyal medyada paylaşılan gönderilere uygulanan filtrelemelerde genellikle dudak ve göz büyütme, burun küçültme, cilt pürüzsüzleştirme, yanak bölgesini daraltma, alın ve elmacık kemiği bölgesinde ışıklandırma gibi birtakım yapay ve teknolojik estetik işlemler görülüyor. Bu gönderilerin tam anlamıyla gerçek olmadığının ayrımına varmayan bireyler, kendi görünümleri ile ilgili gerçekçi olmayan beklentilere girebiliyor. Bu bireylerin kendilerini sosyal medyada ilgi gören kişilerle karşılaştırmaya, bunun sonucunda ise kendi güzellikleriyle ilgili kaygılarının artığının altını çine Psk. Yılmaz, “Bu oluşan düşüncelerin ve algıların sonucunda görünümlerinden memnun olmayan bireylerin bu durumla baş edebilmeleri ve hayat kalitelerini arttırmak için estetik cerrahi müdahalelere başvurma oranları gittikçe artıyor” diyor.

Okumaya Devam

Psikolog

Ayrılma Kaygısı Bozukluğu

Bağlanma, bireylerin hayatlarında ilişki kurma yöntemlerinden dünyaya bakış açılarına kadar birçok alanda önemli bir yerdedir. Ancak bazen …

Yayınlanan

üzerinde

Tarafından

Bağlanma, bireylerin hayatlarında ilişki kurma yöntemlerinden dünyaya bakış açılarına kadar birçok alanda önemli bir yerdedir. Ancak bazen yetişkinliğe hazırlanan çocuklar ve bazen de yetişkinler bağlandığı kişiye gelişimsel düzeyine uygun olmayacak kadar yoğun ve verimsiz bir bağ ile bağlanır. Artık ayrılması ve bireyselleşmesi gereken yaşlarda bağlandığı kişiden (anne, baba, ailenin başka bir ferdi, bakım vericisi, romantik partneri…) ayrıldığı ana dair yoğun kaygı, endişe, stres ve korku yaşaması bireyin ayrılma kaygısı yaşayabileceğini düşündürebilir. Özetle ayrılma kaygısı, bireylerin kendi için önemli birine (anne, baba, sevgili, arkadaş gibi) gelişim yaşına uygun olmayacak biçimde bağlanması ve o kişiden ayrılmanın düşüncesinin bile yoğun stres, kaygı ve korku yaşatmasıdır.

Ayrılma kaygısı olan kişiler, zaman içerisinde hayatlarında işlevsiz bir konuma gelebilirler. Bağlandıkları kişiden ayrılmamak, o kişinin yanında kalmak için işlerini, okullarını, sorumluluklarını yerine getirmez olurlar. Ayrılma kaygısı 8 aydan sonra görülebilmekte ve çoğunlukla okul çağına gelmiş çocuklarda daha aktif olmaktadır. Öyle ki kişiler bu yoğun kaygı sebebiyle karın ağrısı, terleme, baş ağrısı, mide bulantısı, baş dönmesi gibi fiziksel belirtiler de gösterebilir. Ayrılma kaygısı yaşayan çocuklar anne babalarıyla beraber uyumak isteyebilirler, hatta uykusundan uyanıp anne ya da babasının nefes alıp verişini kontrol ettiğinden bahsedebilirler. Görüldüğü gibi bu davranışlar aslında yoğun bir kaygıdan kaynağını alır. Genelde çocuklarda görülen bu kaygı, yetişkinlikte de var olabilir. Bazı durumlarda ise çocuklukta başlayan bu kaygı yetişkinlikte de devam edebilir. Yetişkinlikte çoğunlukla kaza, zarar görme, tanıdığın kaybı, kişinin terk edileceği hissi gibi olumsuz yaşam olayları sonrasında ortaya çıkar.

AYRILMA KAYGISI NEDEN OLUR?

Aslında ayrılma kaygısının anne baba tutumu, travmatik yaşam olayları ya da gözlemleyerek öğrenme gibi birçok sebebi olabilir. Ölüm, istismar, kaza geçirme, aile içi şiddet mağduru veya tanığı olma gibi travmatik deneyimler kişilerin çevresindekilere bağımlı olmasına sebep olabilir. Örneğin kötü bir ayrılık geçirmiş bireyin bir sonraki romantik partnerine yönelik terk edilme korkusu yaşaması ve bunla ilintili olarak olarak partnerine bağımlı hale gelmesi ayrılma kaygısıyla ilişkilidir.

Kendi kaygılarını yönetmekte güçlük çeken ve buna bağlı olarak çocuklarına karşı çok korumacı davranan ebeveynlerin çocuklarına yönelik tutumları da ayrılma kaygısına sebebiyet vermektedir.

Dış dünyadan zarar görüp ebeveynine sığınmış çocuklar ve bir başkasına sığınmış yetişkinler de ayrılma kaygısı yaşayabilir. İstismara, zorbalığa, alaycı tavra, kötü muameleye maruz kalmış çocuklar ve yetişkinler sığındıkları bireylerden ayrılma fikrinden yoğun kaygı duyarlar. Depresyon, borderline kişilik özellikleri gibi psikolojik anlamda sıkıntılı bir süreçten geçen bireylerin de güç aldıkları bir bağlanma figürüne bağımlı bir hale geçmeleri söz konusu olabilir.

AYRILMA KAYGISI TEDAVİ YÖNTEMLERİ NELERDİR?

Eğer ayrılma kaygısı yaşayan bir çocuktan bahsediyorsak öncelikle ailenin üzerine düşen görevler olduğunu kabul etmesi gerekir. Çocuklar nasıl ki sevmeyi ve saygı göstermeyi ailesinden görüp öğreniyorsa kaygı ve korkuyu da ailesinden görür. Bu nokta ebeveynlerin sabırlı ve tutarlı olması önemlidir. Süreç boyunca çocuklarına yaşlarına uygun aktivitelerde tek başına ve bir birey olarak aktif olmaları için cesaret vermeleri gerekir.

Yetişkinler ayrılma kaygısıyla mücadele ederken ilk önce durumun farkında olmalıdırlar. Farkındalık, çözüme giden yolda ilk ve önemli bir adımdır. Bağlandıkları kişiyle ilişkilerinde kendilerine bağımlı ve muhtaç hissettiklerinde bunun yaşadıkları kaygıdan olduğunu ve aslında düşüncelerinde durumu felaketleştirdiklerini hatırlamaları gerekmektedir. Özellikle kaygılı kişiler dünyayı olduğundan daha ürkütücü görebilir. Unutulmamalı ki bu aslında kaygınızı size bir oyunu. Tek başınızayken, bağlandığınız kişiden uzakken ne kadar çaresiz hissettiğinizi düşünün, sonrasında ise bağımsız bir birey olarak başardıklarınıza bakın. Arkadaşlıklar, akademik başarılar, psikolojik iyi oluşlar, yetenekler, hobiler, kendinize iyi gelmek için yaptığınız şeyler… Bütün hepsinin sizin bağımsız bir bireyken de başardığınız şeyler olduğunu mümkün olduğunca sık hatırlamaya çalışın. Bununla beraber işlevselliğini kaybetmiş bireylerin bir uzmandan yardım alması da oldukça önemlidir.

Aşağıdaki test ile kendi ayrılma kaygınızı ölçebilirsiniz. Seçeneklerden en az 4 tanesine evet dediyseniz bir uzmanla görüşmek muhtemelen size iyi gelecektir.

Evden ayrılacak olduğumda hep tasalanırım

EVET

HAYIR

Bağlandığım kişiden (anne, baba, ailenin başka bir ferdi, bakım vericim, romantik partnerim…) ayrılacak olduğumda tasalanırım

EVET

HAYIR

Bağlandığım kişilerin başlarına bir felaket geleceğinden korkarım. Kaybolacaklar, kaçırılacaklar, hastalanacaklar, yaralanacaklar, ölecekler gibi düşünürüm

EVET

HAYIR

Ayrılık korkusundan evden çıkmak istemem, işe ya da okula gitmemek için direnirim

EVET

HAYIR

Tek başıma olmak istemem, bağlandığım kişi yanımda olsun isterim, evde ya da başka bir yerde tek başıma kalmaya karşı isteksiz olurum.

EVET

HAYIR

Evin dışında ya da bağlandığım kişilerden biri yanımda değilken uyumaktan rahatsızlık duyarım.

EVET

HAYIR

Uykularımda zaman zaman ayrılık temalı kabuslar görürüm.

EVET

HAYIR

Bağlandığım kişiler yanımda değilken baş ağrısı, karın ağrısı, bulantı gibi bedensel yakınmalarım olur.

EVET

HAYIR

Okumaya Devam

Acil Tıp Doktoru

Bronşektazi

Bronşektazi nedir? Bronşun kalıcı genişlemesine bronşektazi denir. Bronşektazilerde genellikle bronş duvarı harabiyeti de vardır …

Yayınlanan

üzerinde

Tarafından

Bronşektazi nedir?

Bronşun kalıcı genişlemesine bronşektazi denir. Bronşektazilerde genellikle bronş duvarı harabiyeti de vardır. Bronşektazinin silindirik, kistik, varikoz gibi tipleri vardır.

Bronşektazinin nedeni nedir?

Bronşektazi daha çok çocukluk çağında geçirilen (ağır) akciğer enfeksiyonları sonrasında ortaya çıkar. Kistik fibrozis denilen akciğerlerde tekrarlayan enfeksiyonlar neticesinde oluşan bronşektazilerle karakterize olan hastalık genetik bir bozukluk sonucu ortaya çıkar. Akciğerlerdeki seyri kistik fibrozis dışı bronşektazileden farklı seyrettiğinden ve kistik fibrozis yalnızca akciğerleri etkilemeyip, karaciğer pankreas, over gibi organları etkileyebildiğinden bronşektazi başlığı altında değil ayrıca değerlendirilmesi gereken bir hastalıktır. Bronşektazi tek başına bir hastalık olmaktan daha çok akciğerlerde ortaya çıkan ağır ya da tekrarlayan enfeksiyonların bir sonucudur. Bu durumun istisnası konjenital bronşektaziler sayılabilir. Konjenital bronşektazilerde bronş duvarında kıkırdak gelişimi sorunları olabilmektedir.

Bronşektazinin semptomları nelerdir?

En sık görülen semptomu balgam ve öksürüktür, bazen kanlı balgam (hemoptizi) da olabilir. Bronşektazisi görece yaygın olan hastalar özellikle kış mevsiminde enfeksiyonlardan dolayı fazla miktarda balgam çıkarabilirler. Bronşektazinin yeri ve yaygınlığı çok önemlidir. Lokalize bronşektaziler karinanın alt tarafındaysalar sekresyonlardan dolayı sık sık enfekte olabilirler. Üst loblarda olan bronşektaziler daha çok akciğer tüberkülozu sekeli olarak değerlendirilebilirler. Genelikle enfekte olmazlar. Pulmoner sekestrasyon denilen anomalilerde de bronşektaziler gözlenebilir. Bu hastalarda masif yani ağır hemoptiziler olabilir ve bu durum bazen ölümle sonuçlanabilir. Yaygın bronşektazi varsa kistik fibrozis, immün yetmezlik, diffüz panbronşiyolit gibi hastalıklar araştırılmalıdır.

Bronşektazi tanısı nasıl konulur?

Bronşektazi ileri düzeyde ya da yaygın değilse genellikle akciğer grafisinde görülmez. Oskültasyonda orta raller duyulabilir. Dinleme bulgusunun olması bronşektaziden kuşkulandırır.

Bronşektazi tanısı eskiden bronkografi ile konulurken günümüzde seçkin tanı yöntemi toraks HRCT’dir (yüksek çözünürlüklü bilgisayarlı tomografi).

Bronşektazinin tedavisi var mıdır?

Bronşektaziyi düzelten yaninormal bronş haline getiren bir tedavi yoktur. Öksürük, balgam, nefes darlığı gibi belirtileri olan bronşektazili hastalar öncelikle ilaç tedavisi (antibiyotik, mukolitik, ekspektoran, inhaler ilaçlar gibi) ile tedavi edilirler. İlaç tedavisi ile klinik iyileşme sağlanabilir ancak bronşektazi düzelmez. Bir süre sonra bronşektazi tekrar enfekte olabilir ve hastaların belirtileri tekrar ortaya çıkabilir. Bu tür hastalar grip ve zatürre aşılarından fayda görebilirler. Bronşektazi tek taraflıysa ve uygun medikal tedaviye rağmen tekrarlayan hemoptizi ya da bronşektazik alanlar sık sık enfekte oluyorsa operasyon seçeneği göz önünde bulundurulur. Yani bronşektazi olan akciğer alanı rezeke edilebilir (ameliyatla alınabilir). Operasyon dışında, hemopizi için bronşiyal arter embolizasyonu, enfeksiyon için akılcı antibiyotik kullanımı diğer seçenekler olarak düşünülebilir. Bilateral (iki taraflı) bronşektazilerde operasyon seçeneği neredeyse yoktur. Bronşektazili bir hastada bronşektazi nedeni olarak altta yatan bir hastalık saptanırsa, o hastalıkla ilgili önlemler alınır. Örneğin immün globulin yetersizliği saptanırsa, immün globulin replasmanı yapılır, gereken durumlarda antibiyoterapi ve eşlik eden diğer durumların tedavisi yapılır.

Okumaya Devam

Trendler